Türkiye'nin Böbrek Yetmezliği
- Savash Porgham
- 19 Ara 2012
- 7 dakikada okunur
Türkiye’de her 6 kişiden biri önlem alınmadığı taktirde her an kronikböbrek yetmezliği hastalığına yakalanabilir. Bu nedenle böbrek, en çok nakledilen ve aranan organ konumunda bulunuyor. Uzmanlar, 3 beyazın(tuz, şeker ve un) hipertansiyon ve diyabet hastalıklarına yol açarak böbrekleri iflas ettirdiğini ve hastalıklarda erken teşhisin hayat kurtardığının altını çiziyor.
Türkiye’de 70 bin kronik böbrek hastası var. Bunların 65 bini hemodiyaliz, 5 binide periton diyaliz(karın boşluğundan uygulanan yöntem) ile hayata tutunmaya çalışıyor. Devlet, maddi durumu iyi olmayan ve çalışamayan kronik böbrek hastalarını sigorta kapsamına alıyor ancak organ nakli gerçekleştikten hemen sonra sigorta ödemesi kesiliyor. Birçok hasta bu haklarından yoksun kalmamak için organ nakli olmayı reddediyor ve diyaliz makinesine bağlı yaşamaya devam ediyor. Hastane bünyelerinde bulunan “Koordinatörler”, yoğun bakımda beyin ölümü gerçekleşen hastaları tespit edip ailelerini organ bağışı konusunda ikna etmeye çalışıyor ancak kadavradan sadece yüzde 30 bağış sağlanabiliyor. Medya, sivil toplum kuruşları, vakıflar ve özellikler Diyanet işleri Başkanlığı’nın toplumu organ bağışı konusunda bilinçlendirmek için ciddi adımlar atması gerekiyor.

Yıllardır başarılı böbrek ve karaciğer transplantasyonları gerçekleştiren İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Hasan Taşçı, organ naklinin gelişimi, bağış bilinci, sağlık kriterleri, beslenme alışkanlıkları gibi birçok konuda açıklamalarda bulundu. TÜRKİYE’DE İLK DEFA ORGAN NAKLİ 1975 YILINDA BAŞLADI Prof.Dr.Hasan Taşçı: Yirminci yüzyılın en büyük gelişmelerinden biri şüphesiz organ nakli. Vücutta bir organ iflas edip işlevini yerine getiremez hale gelirse, eğer o organın yerine getirdiği fonksiyonu bir şekilde uygulayamazsak hastayı kaybederiz. Böbrek hastalığına yakalanan hasta saatlerce diyaliz makinesine bağlı kalıyor. Hayatında bir konfor mevcut değil ve sadece yaşamaya devam ediyor. Ancak böbrek nakli olursa konforlu bir hayata geçiş yapabiliyor. Türkiye’de ilk defa 1975 yılında organ nakli başladı. Daha sonra 1976 yılında yapılan bir böbrek naklinden sonra organlar çalıştı. Aynı yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde de nakiller yapılmaya başlandı. Başarısız bir dönemden sonra, 80’li yıllarda Türkiye’de organ naklinde hızlı bir gelişme dönemi başladı. İlk nakil ikizler arasında oldu. Çünkü ikizlerde tam doku uyumu mevcut. Diğer durumlarda muhakkak vücut organı reddediyor. Bu dönemden sonra kan grupları ve doku uyumu kavramı ortaya çıktı. Birde vücudun organı reddetmesini önleyen ve bazı mekanizmaları bastıran ilaçlarda gelişmeler oldu ve bu ilaçlar kullanılarak vücudun takılan organa reaksiyonu azaltıldı. Ancak bu ilaçlar vücudun savunmasını başka mikro organizmalara yönelikte azaltıyor ve basit bir gripten hastayı kaybetme ihtimali doğuyor. Türkiye’de şu an dünya standartlarında organ nakilleri yapılıyor ama onlardan geride olduğumuz bir konu var. Avrupa ülkelerinde yapılan organ nakillerinin yüzde 80’i beyin ölümü gerçekleşmiş kadavradan yapılıyor. Bizim ülkemizde kadavradan nakil yüzde 30 oranında yapılıyor. İÜ’nün her 2 tıp Fakültesi’nde hem böbrek hem karaciğer nakli yapılıyor. Organ naklinin ilk başladığı yıllardan bu yana başarılı nakiller yapıyoruz. Ağırlıklı olarak canlı vericilerden alınan organlarla nakiller yapıyoruz ancak kadavradan alınan organların sayısının arttırılması gerek.Burada da toplum bilinci çok önemli. Diyanet İşleri Başkanlığı verdiği fetvalarla organ bağışının sevap olduğunu insanlara aktarmalı. Türkiye’de yapılan organ nakillerinde başarı oranı nedir? Prof.Dr.Hasan Taşçı: Bir organ nakli yapıldığında, yüzde 80-90 başarı oranı, yüzde 10-20 oranında organ veya hasta kaybı sözkonusu. Takılan organın reddedilmesi, damar problemleri olması, organın çalışmamasına bağlı birçok komplikasyon sonucu hasta kaybedilebilir. Bu oranlar gelişmiş ülkeler içinde geçerli. 10 yıllık hasta veya organ sağkalımı oranlarında, biz Avrupa ülkeleriyle eşit seviyedeyiz ve bazı merkezlerde daha iyi sonuçlar aldığımızda oluyor. Börek nakli çok önemli çünkü hastanın diyalizde kalırsa yaşayacağı zaman ile nakil olduktan sonraki ömrü arasında fark var. Nakil olduktan sonra hasta tamamen normal yaşantısına ve konforlu hayata dönüyor. Böbrek nakli, hastaları kalp yetmezliğinden de koruyor çünkü diyalizdeki hastaları kalp yetmezliği yüzünden kaybedebiliyoruz. TÜRKİYE’DE İNSANLAR HASTALIKLARININ EN SON SAFHASINDA DOKTORA GELİYOR
Prof.Dr.Hasan Taşçı: Böbrek hastaları, bu hastalıklarının son aşamasında doktora geliyor. Hipertansiyon, diyabet ve bazı genetik faktörler önemli ancak bu son evreye gelene kadar vücut daha önce hastalığın sinyallerini veriyor. Toplumun genel yapısı böyle maalesef, sadece kronik böbrek hastaları değil, kanserli hastalarda dahil olmak üzere hepsi hastalığın ilerlemiş aşamasında doktora geliyor. Gelişmiş ülkelerde hiçbir hasta son aşamada doktora gitmez. Check-Up programları uygulanırsa, böbrek yetmezliği hastalığı ilk evrelerde tespit edilip tedavi süreci daha erken başlatılabilir. Türkiye’de insanların beslenme alışkanlıklarını değiştirmeleri gerekiyor. Tuz, şeker ve un mamullerinden kesinlikle uzak durulmalı. KANSERLİ HASTALAR ARASINDA, SADECE KAFA İÇİ KANSERİ OLANLARIN ORGANI ALINABİLİR Prof.Dr.Hasan Taşçı: Canlı donörün organını bağışlayabilmesi için 18 yaşını doldurmuş olması gerekir. Bunun dışında bir üst yaş sınırı yok. Dördüncü derece akrabaya kadar organ bağışı mümkün olabilir. Eş ve eş yakınları da verici olabilir. Çıkan son kanunda, etik kurulunun onayından geçmesi şartıyla, kan bağı olmayan ancak arkadaşlık ve duygusal bağı olanlarda organını bağışlayabilir. Beyin ölümü gerçekleşmiş kadavrada ise vücutta enfeksiyon ve yaygın bir kanser hastalığı olmaması gerekiyor. Bu konuda bir istisna sadece beyin cerrahisini ilgilendiren kafa içi kanserli hastaların organlarının alınabiliyor olması. KÖK HÜCREDEN BÖBREK DOKUSU ÜRETİLDİ Prof.Dr.Hasan Taşçı: Kök hücreden doku grubu üretildi ancak bu yeterli değil. Organın atardamarı, toplardamarı ve nakledilecek boyuta gelecek özellikleri üretilebilmiş değil. Ancak bu konuda dünya çapında büyük çalışmalar ve yatırımlar devam ediyor. Tıp dünyasında gelişmeler çok hızlı olabiliyor ancak bu konunun süreciyle ilgili bir şey söylemek henüz mümkün değil.

Türkiye’de organ bağışı bilincini arttırmak adına, şüphesiz vakıflar ve sivil toplum örgütlerine de görevler düşüyor. Türk Böbrek Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı Timur Erk, toplumun beslenme alışkanlıkları, hastalık oranları, bağış bilinci ve birçok konuyu Böbrek Vakfı’nın bakış açısından değerlendirdi. Türkiye’de her 6 kişiden biri böbrek hastası olmaya meyilli durumda. Sizce bunun başlıca sebepleri nelerdir? Timur Erk: Birinci sebep hipertansiyon, çünkü burada tuz kullanımı tetikleyici etken. Türkiye’de insanlar, beslenme alışkanlıkları gereği 6 gram yerine 18 gram tuz kullanıyor. Hipertansiyon kontrol altına alınmadığı taktirde kronik böbrek yetmezliğine varabilir. İkinci sebep ise TİP 2 diyabet hastalığı. Özellikle obezite ve hareketsizlik bu hastalığı yaratıyor. Bu 2 hastalık bir araya gelince böbrekler mutlaka iflas eder. Kadınlarda böbrek hastalığı oranı yüzde 55, erkeklerde ise yüzde 45 olarak söylenebilir. Şehirde yaşayan kadınlar, beslenme alışkanlıkları gereği tuz, şeker ve un mamullerini daha fazla tüketiyor ve buna hareketsizlikte eklenince daha fazla hasta oluyor. TÜRKİYE’DE YILDA 2 BİN 400 BÖBREK NAKLİ YAPILIYOR Timur Erk: Türkiye’de yapılan 2 bin 400 böbrek naklinin yüzde 70’i canlı donörden, yani birinci, ikinci ve üçüncü dereceden akrabadan, yüzde 30’u ise beyin ölümü gerçekleşmiş kadavradan, ailelerinin izniyle yapılıyor. Beyin ölümünden sonra, organlar 3 gün daha yaşamaya devam eder. Eğer canlı ya da kadavrada hepatit virüsü, kanserli hücre ve enfeksiyon varsa organları alınamıyor. Dolayısıyla, herkes potansiyel bağışçı konumunda değil. Önemli olan toplumda bağış bilincini oluşturmak, çünkü bağışçı sayısı hasta sayısını karşılayacak yeterlilikte değil. Medyanın bu bilinci geliştirmekte çok önemli bir yeri var. Uzmanları konuşturup toplumda bilinci arttırmalı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vereceği fetvalarla bu konuda destek olması gerek, çünkü insanlar bilinçsiz ve organ bağışlarken günah işlediklerini düşünüyorlar. TÜRKİYE’DE ORGAN MAFYASI YOK, ARACI MAFYA VAR TİMUR Erk: Şehir efsaneleri vardır organ mafyasıyla ilgili. Bir çocuk kaçırıldığında ya da bir ceset bulunduğunda hemen böbrek kısmında yara olup olmadığına bakılır. Türkiye’de organ mafyası yok, aracı mafya var. Eğer şu an Türkiye’nin ihtiyacı 18 bin organ nakliyse ve sadece 2 bin 400 nakil varsa, bu arz-talep dengesizliği anlamına gelir. İşte aracı mafyası burada devreye giriyor. Organı ucuza alıp birilerine pahalıya satıyor. Bunları önlemek için toplumu bilinçlendirmek şart. Sivrisineği öldürmektense bataklığı kurutmak daha doğru. Hipertansiyon ve diyabetle mücadele etmeli ve 1.5 liralık bir idrar testi buna başlangıç olabilir. Bunlar zamanında yapılmadı mı yılda sadece diyaliz için 50 bin liralık masraf çıkabiliyor. ÜNİVERSİTELERİN TIP FAKÜLTELERİ, TÜRKİYE’DEKİ NEFROLOG SAYISINI ARTTIRMALI Timur Erk: Tıp fakülteleri, Türkiye’deki Nefrolog(Böbrek Hastalıkları Uzmanı) sayısını arttırmalı. Şu an Türkiye’de 350 Nefrolog var ama bu yeterli değil. Bu sayının 2 katına çıkması gerekiyor. Tıp fakültelerindeki diğer yan dallarda da doktor sayısı yetersiz durumda ve bu konulara acilen çözüm bulunmalı. Bağış bilinci ve gençlik kolları üzerinden gönüllü ordusu arttırılmalı. Örneğin Hollanda, Türkiye’nin 5’te bir nüfusuna sahip ancak sadece böbrek vakıfında 75 bin gönüllüsü var. Kanada böbrek vakfının ise 40 bin gönüllüsü var. Bizim gönüllü sayımız bin bile değil. Gönüllüler insanlara 3 beyazdan yani tuz, un ve şekerden uzak durmaları gerektiğini anlatmalı ve toplumun bu konuda bilinçlenmesini sağlamalı. En güçlü gönüllüler, yeni nakil olmuş hastalar, diyalizde olan hastalar ya da aile fertlerinden biri böbrek yetmezliği hastası olan kişilerden çıkıyor. Organ bağışının en önemli boyutlarından birini, İslam dinin bu meseleye olan bakış açısı olarak nitelemek mümkün. İstanbul İl Müftü Yardımcısı Veysi Patır, organ bağışının İslam dinindeki yerini ve caiz olup olmadığı konularını anlattı. İSLAM DİNİ, ORGAN BAĞIŞINI TEŞVİK EDİYOR Veysi Patır: İslam dini, insana ve insan hayatına çok değer verir. Dolayısıyla organ nakli, dinimizin değil yasaklayacağı, aksine teşvik ettiği, hayat kurtarmaya yönelik önemli bir faktör olarak gördüğü ve bilim dünyasının bu konudaki başarısına dua ettiği bir bakış açısıdır. İslam’da organ naklinin hiçbir sakıncası yok ve bu pozitif bir olgudur. Ancak, en masum talepler bile istismar edilirse günah kapsamına girer. Organ mafyacılığına soyunanlar, hem insan hayatını hem de dinimizin bu teşvikini ayaklar altına almışlar demektir. Organ bağışı yapmak isteyen ailelerin en büyük çekincesi, verilen organların ardından yakınlarının ahirete yarım ve organlarından yoksun gideceği yönünde. Bu inanç doru mu sizce? Veysi Patır: Bu yanlış bir inanç. Çünkü ahirette ki yeniden diriliş, bu dünyadaki beden şartlarıyla olmayacak ve herkes mükemmel ahiret bedenine bürünecek. Dolayısıyla, organını bağışlayan kişinin ahirette organsız olacağı sakat bir mantığın ürünü.
Hayvanlardan insanlara organ nakli gündemde, özellikle domuz böbreğinin insan böbreğine benzediği yönünde iddialar var. Bu konu dinen caiz midir?
Veysi Patır: Domuz konusunda İslam dinin fikri net. Domuz necis bir hayvan ve insana dokusu uysun ya da uymasın, domuzu yemek ve kullanmak dinen caiz değildir.

Böbrek nakli ve bağışının en önemli tarafı tabii ki börek hastaları. Sevgi Öztürk 30 yaşında ve hayatının 14 yılını bu hastalıkla mücadele ederek geçirdi. Hastalığının öyküsünü, hayata pozitif bakan ve herşeye rağmen dik durmayı başaran Sevgi’den öğrenelim. İnsanlar Böbrekleri Sağlıklıyken Bol Su İçip, Soğuk Zemine Çıplak Ayakla Basmaktan Kaçınmalı Sevgi Öztürk: Öksürük ve nezle şikâyetim vardı ve ardından gözlerim görmemeye başladı. Doktora başvurduğumda diyalize girmem gerektiği söylendi. Herşey bir hafta içinde oldu. O zamanlar yıkıldım ancak daha sonra hayatın çok güzel olduğunun farkına vardım. Çok ağladığım zamanlar oldu ancak hemşirelerin desteğiyle tekrar hayata tutundum. Çok sevdiğim bir arkadaşım, organ nakli olduktan 3 ay sonra hayatını kaybetti ve bende aynı şey başıma gelir korkusuyla nakil olmak istemiyorum, belki 2 yıl sonra tekrar düşünebilirim. Bu hastalık, eğitim durumumu, çalışma hayatımı ve hayallerimi engelledi aslında. Ümitsiz değilim ama yarınlar için plan yapmıyorum ve sadece günü yaşıyorum. Geceleri el işi yaparak geçimimi sağlıyorum ve ailemden sadece çok gerek duyarsam yardım talebinde bulunuyorum. Haftada 3 gün ve günde 4 saat diyalize bağlı kalıyorum. Su ve diğer gıdaların tüketimine çok dikkat etmem gerekiyor. Kavun yemeyi çok istiyorum mesela ama bana yasak olduğu için yiyemiyorum. İnsanlara, böbrekleri sağlıklıyken bol bol su içmeleri ve asla çıplak ayaklarla soğuk zemine basmamalarını öneriyorum.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi İletim Gazetesi
Comentários