top of page

Pir Pilotun Güncesi

  • Yazarın fotoğrafı: Savash Porgham
    Savash Porgham
  • 2 Şub 2014
  • 7 dakikada okunur

Pilot ve asker olmak birçoğumuzun çocukluk hayallerini süsledi. Gökyüzünde süzülen savaş ya da yolcu uçaklarına hep imrenerek bakmadık mı? Asker olsun ya da sivil, pilotların giydiği jilet gibi üniformaları ve kendinden emin duruşlarından hepimiz etkilenmişizdir. Bazılarımızın yükseklik korkusu varken onların göklerde ölüme meydan okumaları saygımızı kazanmalarına nedendir. Ancak bizim çocukluk hayallerimizi gerçekleştirmiş olanların neler hissettiklerini kaçımız düşünmüşüzdür? Örneğin; pilot olmak için hangi süreçlerden geçtiler, ilk kez kokpite oturduklarında ne hissettiler, gökte uçarken akıllarından neler geçiyor, mühimmat yüklü bir uçağı uçurmak nasıl bir sorumluluk gerektiriyor, bir askeri pilot şehit naaşı taşırken kendini manevi olarak nasıl hisseder, askeriyeden sivil havacılığa geçerken nasıl karar verirler, siyasi atmosfer ve hapiste olan askerlere karşı düşünceleri nedir, askeri uçakla sivil uçak uçurmak arasındaki farklar nelerdir ve kokpitte gece Ay'ı, güdüz Güneş'i görürken nasıl ilham alırlar gibi birçok soru gelebilir akıllara...

Tüm bu soruları sizin için hem TSK'da hem de sivilde uçmuş tecrübeli Kaptan Pilot Selçukhan Barandır'a sordum. Çok ilginç yanıtlar alma şansım oldu kendisinden...

-Pilot olmaya nasıl karar verdiniz, bir genç neden askeri pilot olmak ister?

Kpt.Plt. Barandır: Ben bir asker çocuğu olarak doğdum. Benim hayatım küçüklüğümde askeri lojmanlar ve hava üslerinde geçti. Karacı ve denizcilerle de aynı ortamda yaşamıştım ama havacı pilotların üniformaları ve uçakların sesi çocukken kafamdaki pilotluğu şekillendirmişti. 7-8 yaşlarımdan buyana pilotluk benim için bir şövalyelik mesleğiydi diyebilirim. Hava Harp Okulu’na girme yaşlarımın olduğu dönemde biz Diyarbakır’daydık. Benim lojmandaki odamın duvarlarının tamamı, hiç boş yer olmaksızın uçak posterleriyle kaplıydı. Bize misafirliğe gelen pilot eşleri bana “Yahu pilot mu olacaksın, hiç mi bizlerin halini görüp ders almıyorsun?” diye serzenişte bulunurlardı. Diyarbakır Hava Üssü’ndeki bizim bulunduğumuz lojman piste ve atış sahasına sıfır noktasındaydı. Ben tüm gece uçuş ve atışlarını evimizin balkonundan bitene dek izlerdim. Diyarbakır’a gelmeden önce, lise dönemim İzmir’de, tam da “Top Gun” filminin çıktığı dönemdi ve hiç unutmam o zamanları. Tüm kızlar o dönem pilotlara hayrandı. Bizim üste askeri araç herkesi alır ve o bölgede olan sinemaya götürdü. Sinemada arka sıranın tamamı Teğmenlerle doluydu. Lise öğrencisiydim, yanımızda kız arkadaşlarımız vardı ama hepsinin gözü teğmenlerdeydi. Zaten filmi izlediğimiz günün ertesi üste herkes deri mont ve Ray-Ban gözlük takmaya başlamıştı. Top Gun filmi hala bilgisayarımda kayıtlıdır ve en az 500 kez izledim diyebilirim.

-Sonrasında 1986 yılında Hava Harp Okulu’na girdiniz. Öğrencilikten pilotluğa varan süreç nasıl geçti?

Kpt.Plt. Barandır: Bir sene sınıfta kaldığımı itiraf ederek anlatayım. Yaklaşık 250 kişilik bir devrenin içinde dört yıllık eğitimin sonunda sağlık sebeplerinden eleneler bir elin parmaklarını geçmez. Pilotluk için asıl elemeler uçuş okulunda başlar. Bizim dönemimizde uçuş okulunda T-34 tipi uçaklarla ilk etapta 50 saatlik bir uçuş yapılırdı ve bir kısım orada elenirdi. Örneğin; midesi bulanan ve iki kez kusan biri kurul kararına kalıyordu. Karar kontrolde tekrar kusanlar elenirdi. Bir çok kişi de pilotluk yapamayacağına karar verip kendisi ayrılıyordu. Daha sonra T-37 tipi uçaklarda 120 saatlik bir uçuş süreci vardı. Bu süreç bilgiden ziyade beceriye dayanır ve birçok arkadaşımız uygulama bölümünde elenirdi. Devletin pahalı uçaklarını en iyi şekilde kullanmak ciddi bir sorumluluk gerektirir. Geçmekle yükümlü olduğumuz son uçak ise T-38 tipidir ve çok ağır geçer. Sonuç olarak, 250 kişilik bir devreden en fazla 150 kişi pilotluk salahiyeti kazanabilirdi.

-Bunca zorlu eğitimlerin ardından, bir avcı savaş uçağı ya da diğer askeri uçakların kokpitine ilk kez oturduğunda, bir askeri pilotun ilk hissiyatı nedir?

Kpt.Plt. Barandır: Aslında uçuş okulundaki eğitim sürecinde ilk hissi yaşamış olarak mezun oluyor pilotlar. Çünkü son uçak T-38’ler Türk Yıldızları’nın uçtuğu NF-5’lerin silahsız versiyonudur zaten. Farklı bir histir bu. Yanında seni kontrol eden kimse yok ve Harp Okulu’na girdiğinden beri hayal ettiğin yerde olan tek şahıssın. Ancak tek başına uçtuğun zaman aslında hayallerinin ne kadar yetersiz olduğunu hissediyorsun. Hayallerinin çok ötesinde bir durum çünkü elinin altında güç ve ölümcül bir makine var. Öl dersen o makine senin için ölebiliyor ve ölmek istersen o makineyle ölebiliyorsun. Yaptığın görevle doğru orantılı olarak farklı bir ego hissi yaşıyorsun. Kişisel egodan ziyade farklı hisler de yaşanıyor. Ben Atatürkçü ve cumhuriyete bağlı bir aileden geliyorum. Kurutuluş Savaşı’nı yapanların evladı olarak, kokpitte tüm bir milletin yükünü ve sorumluluğunu üzerinde hissediyorsun. Bir eğitim ya da harekat uçuşunda şehit olabileceğin gerçeğini bilerek uçağa biniyorsun. Eğer bir milletin sorumluluğunu hissetmeden uçağın kokpitine geçersen, gerekli faydayı sağlaman mümkün değil.

-Bir pilot için uçağı silahlı olarak uçurmak ile silahsız olarak uçurmanın arasında ne fark var?

Kpt.Plt. Barandır: Eğer bir uçağı silahsız olarak uçuruyorsan, eğitim uçuşuna çıkmışsındır ve senin için ekstra bir ağırlık hissi yoktur. Silahlı bir uçakla eğitim uçuşu yapıyorsan da aynı his geçerlidir. Ama eğer silahlı bir uçakla harekat için uçuyorsan, evden çıktığın andan itibaren senin için anlamı büyüktür. Ben Harp Okulu’ndan mezun olduktan sonra çektiğim kurada C-130 tibi uçaklara denk gelmiştim ve PKK’nın aktif olduğu ve Körfez Savaşı dönemleriydi. Birçok yere mühimmat ve asker sevkıyatı harekatlarında görev yaptım. Benim için ağır gelse de birçok şehit naaşı nakliyatları yaptım.

-Bir askeri pilot için şehit naaşı taşımak nasıl bir his?

Kpt.Plt. Barandır: Mesleki hayatımda belki de yaşamayı en son tercih ettiğim noktadır şehit naaşı taşımak. Ben bu durumu ilk kez yaşadığımda Kayseri’de teğmendim. Hiç unutmam, Van’a gidip oradan 8 şehit naaşı almıştık. Türk bayraklıydı hepsi ve onları C-130 uçağının arkasına yerleştirdik. Van’dan kalktıktan sonra Samsun, Trabzon, Afyon, Ankara’ya dağıtım yaptık. En son şehit cenazesini bizim de üssümüz olan Kayseri’ye getirdik. Şehit cenazeleri özel durumlarından dolayı kan akmaması için özel tabutlara koyulur. Buna rağmen uçağın zeminini kana kaplı görmek beni çok etkilemişti. Ertesi gün ilginç bir şey oldu. Bizim filodan cenazeye katılım için bir kişi seçildi ve o da ben oldum. Yani, getirdiğim şehit erin cenazesine katıldım. Orada şehit defnedilirken, Türk bayrağı babasına teslim edildi. Şehit babasının o anki ifadesi, bayrağa sarılıp ağlaması hala gözümün önünden gitmez. Ondan sonra bir hafta yemek yiyemediğimi ve bir ay boyunca şehit nakli görevine gidemediğimi hatırlıyorum. Ben birçok yaralı er ve PKK’lı da taşıdım. Bir süre sonra bu durumu kabulleniyorsun ancak ilki çok zor. O zamanda anlam verememiştim, hala anlam veremiyorum. Birileri Boğaz’da sefa sürerken, başka birileri vatan toprağı için canını verebiliyor. Bazen canını hiçbir şey için verdiğini düşünüyorsun, bazen de her şey için verdiğini. Bu ince noktayı düşünmek oralarda görev yapan tüm askerler için geçerli diyebilirim. Şehit cenazeleri naklinde, kokpitte kendini bir askerden ziyade insan olarak düşünüyorsun. Anlamsız bir olgu için göz nuruyla büyütülmüş gençlerin canını yitirmesini kabullenmek kolay olmuyor. İnsan iki arada bir derede kalıyor. Ben dahil her asker için şehitlik mertebesi kutsaldır ancak bazı nedenleri kafanda biryerlere oturtamıyorsun. Vatan için can veriyorsun ancak siyasi olarak değişen bir şeyin olmadığı gerçeğinin farkına varıyorsun.

-Askeri pilotların çoğu, zorunlu görev sürelerinin bitmesinden sonra sivil havacılığa geçiyorlar. Orduda yoğun milli duygularla yetişmiş bir pilot, sivil havacılığa geçerken nasıl bir karar verme süreci içine giriyor?

Kpt.Plt. Barandır: Ben bu soruya kendi adıma cevap vereyim, belki genele de ışık tutacaktır. Ergenekon ve Balyoz’u da içine alan son 10 yıllık siyasi iklime baktığımızda, askeri silsile içinde iyi örnek olarak gösterilen ne kadar komutan varsa tümü cezaevinde. Bizler askeri okullarda güçlü bir Atatürkçülük, vatan ve millet ekolüyle yetiştik. Ordu içinde bir askerin en büyük ideali kurmaylık alıp, genelkurmay başkanlığı ya da kuvvet komutanlığına yükselmektir. Ancak bugün baktığımızda, vatanı ve milletine hizmet etmiş, bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış dediğimiz herkes hapiste. Bir askerin, aldığı öğretiler içinde bu durumu kendine kabul ettirme şansı yok. Uzun bir süre alttan gelen askeri kademenin kendine bir örnek alma motivasyonu içinde olabileceğini düşünmüyorum. Bir asker Atatürk ve devleti için çalıştığında, geleceği son noktanın cezaevi olduğunu düşünecek. Bugün ben bile iyi ki Hava Kuvvetlerinden ayrılmışım diyorum çünkü ayrılmasaydım belki ben de cezaevinde olurdum. TSK’nin askeri silsilesinde emirlere uymamak gibi bir şey olamaz. Eğer bir komutan sana emir verirse, ya da falanca konferansa katılacaksın derse, senin bunu reddetmek gibi bir durumun söz konusu olamaz. Bunun tersini söyleyen yalan söyler çünkü TSK’da böyle bir şey asla yoktur. Görev tanımında ast, üstüne her zaman riayet eder. Eğer ast, aldığı bir emri yanlış buluyorsa, bunu en fazla komutanının bir üstüne rapor edebilir. Cevap gelmediği sürece de emri uygulamak zorundadır. TSK’da devam etmek için askerlerin bir ideali artık yok. Bugün bir havacı yüzbaşının alacağı para maksimum 3 bin liradır. Ancak bugün sivil okuldan yeni mezun olmuş bir genç, sivil havacılıkta uçağın sağ koltuğuna oturduğu an aldığı para 9 bin lira. Bir askeri pilot bu şartları değerlendirdiğinde, TSK’da devam edeceği bir ideal de artık kalmadığından sivil havacılığa geçiyor.

-Askeri uçak uçurmak ile sivil havacılıkta uçak uçurmak arasında fark var mı? Bir askeri pilot sivil bir uçağın kokpitine oturduğunda neler hissediyor?

Kpt.Plt. Barandır: Askeri pilot olmak bir ayrıcalıktır çünkü çok ciddi eğitimlerden geçiyorsunuz. Ancak sivil havacılıkta böyle değil. Belli bir beceri gerektirse de parayı vermek esastır pilot olmak için. Sivil havacılık şirketlerine bir taraftan askeri okul bitiren ve önemli uçuş saatleri olan yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay ve generaller başvururken, aynı mevkiye dışarıdan parayla pilot olmuş ve 250 saat uçuş geçmişi olanlar da başvuruyor. Askeriyeden gelenler belirli bir deneyim, özgüven ve soğukkanlılıkla geliyorlar. En önemlisi ciddi bir eğitim farkıyla geliyorlar. Belli bir dönem geçtikçen sonra, uçuş okulundan gelenler ile askeriyeden gelenlerin arasında dağlar kadar fark olduğu ortaya çıkıyor. Askeriyeden gelenlerin geçmişten aldıkları bilgi ve becerileri onları koltukta daha sağlam oturtuyor. Sivil havacılıkta uçuş okullarında gelenler 8 yılda kaptan oluyorsa, askeriyeden gelenler çok daha çabuk kaptan pilot olabiliyorlar. Yıllarca tek başına uçmuş ve canını tek başına riske atmış askeri pilotların, sivil havacılıkta iki kişi uçmak ve yüzlerce insanın canını sorumluluğunu almayı kabullenmeleri gerekiyor.

-Askeri ekolden gelmiş pilotlar, sivil havacılıkta çoğu zaman birbirlerine komutanım diye hitap etmeyi sürdürüyorlar. Neden?

Kpt.Plt. Barandır: Bu hitap şeklini saygıdan dolayı üzerinden atabilmek mümkün değil. Örneğin; ben 1997’de sivil havacılığa geçtiğimde, First Officer olarak aynı şirkete 22 kişi başvurmuştuk. Benim altımda 2 kişi sivildi, diğer kişilerin tümü benim TSK’da komutanım ve hocam olan kişilerdi. Bunların arasında Tüm.General Turgut Eşiz paşa da vardı. Düşünün ki Eskişehir Üst Komutanıydı kendisi ve benimle aynı mevkiye başvurmuştu sivil havacılıkta. Benim dönemimde Hava Kuvvetlerinde Turgut Paşanın adı geçti mi akan sular dururdu ve kendisine geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı gözüyle bakılıyordu. Ben Harp Okulunda öğrenciyken Turgut Paşa kurmay albay rütbesiyle akademiye brifing vermeye gelirdi ve salonda çıt sesi çıkmazdı. Şimdi böyle biriyle sivil havacılıkta aynı noktadan aynı uçağa başlıyorsun. Onu gördüğünde elbet ki komutanım olarak hitap etme zorunluluğunu hissediyorsun, ta ki ilişkiler yakınlaşıp ağabey konumuna gelene kadar. Ağabey bile benim için lükse kaçan bir hitap şekliydi. Benim askeriyede hocam olan, sivil havacılıkta ise benim öğretmeni olduğum ve kaptanlığını verdiğim çok komutanım oldu. Ancak hep komutanım dedim çünkü ağabeyleri ağabey yapan kardeşleridir. O uçakları kokpitteki saygı uçuruyor. Bu ağabey kardeşlik duygusunu sivil uçuş okullarından gelenler algılayamıyor.

-Şairlik yönünüz var, pilotluk ve şairlik arasında nasıl bir ilişki var?

Kpt.Plt. Barandır: Buna şairlikten ziayede, söyleten demek lazım çünkü onun hangi şartlarda hayatına girdiği önemli. Pilotken hayatınıza şiir söyleten giriyorsa zaman kokpitte çok daha çabuk geçiyor. Modern uçaklarda bilgisayar sistemi olduğundan, kokpitte şiir yazmak daha kolay oluyor. Özellikle gece uçuşlarında, hele ki gökyüzünde güzel bir ay varsa, çok farklı hisler yaşayabiliyorsunuz. Ben hayatımın en güzel şiirlerini hep gece uçuşlarında yazdım. Yıldızlar ve Ay’ın eşliğinde, kokpitte seni rahatsız eden hiçbir şey yok. 40 bin feetten yeryüzüne bakmak insana bambaşka şeyler hissettiriyor. Gelen ilham farklı oluyor ve kağıda çok güzel hisler yansıyabiliyor. Uçarken yazmak ayrıcalıklı ve bambaşka bir şey. Kokpitten gün doğumu ve gün batımını izlemek dünyanın en güzel şeyi bence ve önemli bir ilham kaynağı...

VivaHiba- 02.02.2014

 
 
 

Comments


Savash Porgham
887FC076-7C26-4FC0-A898-0FCA91135EF0.jpg
Sosyal Medyadan Takip Edin
  • Instagram
  • YouTube Social  Icon
  • Facebook Basic Black
  • Twitter Basic Black
bottom of page